ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ – 3 - Eskişehir Haber

Hüseyin GÜVEN

Hüseyin GÜVEN
Hüseyin GÜVEN

ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ – 3

ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ – 3
Yayınlama: 26 Mart 2023 Pazar - 3.513
A+
A-

ÇOCUK ÜNİVERSİTESİ – 3

Canım babamın ‘İllaki esnaf olacaksın oğlum’ hayali ile okula ara vermem, tekrar başlamam bir başka yazı konusu elbet…
 
Virgül koyup devam edelim…
 
95 yılında ahirete göç etti babamız… Mayıs ayında teşhis konulmuş Ağustos ayında göçmüştü ebedi âleme… Öz be öz Malıçlıydı ve kanserdi… (Şevket emmimi de kanserden kaybetmiştik 93’de) Asbest etkisi vardı yoktu ispatlayamam lakin eminim… Malıçlı hemşehrilerim beni anlar! Onlarda ispat edemediler, böyle giderse edemeyecekler de… Ne yazık ki halen yer-gök asbest… Hani ilçeye girişte sizi İngilizce ‘BEN SENİ SEVİYORUM MALIÇ’ yazıyor ya, hah işte o tabelanın bacaklarının bilmem kaç metre altından gökyüzüne dek asbest… Tüm çalışmalarımıza, ölüm saçıyor yazı ve haberlerimize rağmen zararlı olan pasalar kaldırılmaz, uyarılar dikkate alınmaz inanılır gibi değil… Diğer yandan, Kızıllık asbest… Köyler asbest… Neyse ki asbestle, kör-sağır yöneticilerle ve zihniyetle mücadelemiz/motvasyonumuz son nefese dek devam edecek! (Asbest ile ilgili yazılarımız Yenigün Gazete köşemizde)
 
2 AY 12 GÜN SONRA GELEN ÖLÜM!
 
Babam 95’in Mayıs ayında gitmiş Eskişehir Devlet Hastanesi’ne… Teşhis orada konulmuş… Dağ gibi adam Mayıs’a kadar içten erimiş biz fark etmemişiz… Sanırım babamda fark etmemiş… Pankreas içten içe dağı yemiş bitirmiş… İlk ve son gidişi imiş… Hiç hatırlamam önceleri gittiğini, düzenli gripin içerdi günde bir-iki o kadar… Her derde deva misali, hastane yolu bilmezdi…
 
(Merhum) dayım Dr. Yakup Osmanoğlu, Mayıs ayında ağabeyime demiş 2 buçuk aylık ömrü var diye… 5 kardeşim en büyüğü Ümit ağabeyim, o söylememişti bizlere ve anneme… Vefatından nice sonra söyledi dayımın dediklerini…
 
Vefatından 1 gün önce gelmiş, babama moral vermişti dayım… Bizler inanmıştık iyileşeceğine, babalar ölmezdi ki çünkü… Babam inandı mı bilmem! Babası (dedem ölmüştü çünkü)
 
Söylediğinden bu yana 2 ay 11 gün geçmiş… Biz saymadık, ağabeyim saymış, sayı saymayı biliyorduk pek tabi, lakin biçilen 2 buçuk ay ömrü bilmiyorduk! Babam ise son dakikaya kadar adını sayıklamıştı dayımın belli ki umut bağlamıştı… Giderken de ağabeyime ‘Hazırlığınızı yapın’ diyerek tıbben ölümün ilk haberini vermişte gitmiş, onu da sonra söyledi ağabeyim… Dediği gibi 1 gün sonra 95 yılının 28 Ağustos’u öğle ezanları okunurken son nefesini vermiş, ahiret yurduna göç eylemişti canım babam…
 
Seminerlerimde ve dost sohbetlerimde hep derim ya, son nefesinde küllüğünde sigaranın dumanı tütüyordu halen, ana yarısı emmi hanımı güççük yengem Kur’an-ı Kerim okuyor telkinde bulunuyordu, annem, kardeşlerim merhum Afet halam hep başındaydık… Lakin babam ruhunu teslim etmişti çoktan… 
 
En inanamadığım ve bende iz bırakanlardan bir tanesi de son nefesine dek sigaranın babamın peşini bırakmamasıydı ki tezler yazılır bu hususta… babam gitmişti lakin sigarası tütüyordu, babam ahirete göçmüştü, lakin sigara başka canları almaya devam ediyordu… İçmezdim zaten, asla da içmedim… Nefret ettim hep, halen ederim… Beni bağımlı hale getirmesine de asla müsaade etmedim elhamdülillah…
 
BABALAR GÖNLÜMÜZÜN SUSKUN YANI
 
Çocuk Üniversitesi yazı dizimize devam etme niyetiyle bu yazının bir kısmını zaten kaleme almıştık… Tamamlamadan az evvel TRT 1’de yayınlanan hayatın ta içinden bir dizi Gönül Dağı’nı izledim çay eşliğinde… Sözleşmiş gibiydik dizi ile adeta… Yapımcı Ferhat Eşsiz Bey’den de tüyo almamıştım hâlbuki…
 
Bölüm teması Baba Gölgesi idi…
 
‘Babasız kalmak, savaşın ortasında komutansız kalmaktır’ sözünü hatırlatıyordu, anlayana, hissedene!
 
Baba Gölgesi dev bir çınarın gölgesinden çok büyük oluyormuş… Gölgeden faydalananlar babası gidince anlıyor bu durumu, lakin pek çoğu geç kalıyormuş… Bunu da sonra anlayanlardandım ben…
 
ÖZLEMİNİ DUYDUĞUM KELİMELER!
 
Geçmiş yıllarda ‘Özlemini duyduğum kelimeler’ başlıklı bir yazıda kaleme almış ‘dede’, ‘ebe’ ‘baba’ kelimeleri hep hasret duyduklarım demiştim… Dedelerimi hiç görmedim, ebem bir iki kare ile hatırımda. Anneannemi annem bile hatırlamıyor ki bizde izi kalsın…  Haliyle baba boşluğu daha fazla oluyor gönlünde… Çocukluktan gençliğe adım attığınızda babanız göçtü mü öteki âleme hayat çoluk-çocuk, genç demiyor savuruyor sağdan sola… Büyütüyor sizi bir anda asırlarca!
 
O yıllarda başkaydı babalık, baba olunca anladık… Bizden önceki nesillerde ise daha başkaymış… Onlarda sonra anlamış!
 
Bu yüzdendir hep iç çekeriz gönlümüzün suskun yanına…
Boyun eğeriz kadere…
Elden ne gelir ki İlahi takdire…
Veren o, alan o, kılan o…
 
Unutmayın!
Babanın duası hiç bir engelle karşılaşmadan çıkarmış Allah cc’ın huzuruna…
 
Baba Gölgesi cesaret, özveri ve dahi fedakârlık olarak yansırmış evladına… Yüreğinde merhamet ve iyilik olan gölgesini evlatlarından ayırmayan tüm babalara selam olsun…  
 
95 YILI…
 
Coğrafya mı kader, fizik mi matematik mi edebiyat mı bilemem bu topraklarda…
 
İbrahim ağabey-Sündüz ablamızın yanında okumuştum teknik liseyi… Sonrası Mehmet ağabey-Zümrüt ablamın yanında (Balıkesir’de) ise dershane…
 
O yıl çok istediğim ve teknik lise sonrası hayalini kurduğum Üniversite /bölüm olmasa da kontenjandan Niğde Sınıf öğretmenliğine gidememiş olmam kaderin diğer bir cilvesiydi…
 
Gitmemeliydim, öyle demişlerdi… Malıçta kalmalıydım… Gidemezdim de zaten… Gitsem de okuyamazdım ki imkânsızlıktan… Gitmedim, gidemedim döndüm memlekete bir kez daha… Asırlar önce esnaflığa başladığım kürkçü dükkânına çay ocağının başına geçip başladık ekmek parası kazanmaya… Dışarıdan bakıldığında küçük patron gibi 3-4 yaşıtım ile sabahtan akşama kadar koşuşturma… En az onlar kadar hatta onlardan çok daha fazla çalıştım, çalışmalıydım…
 
GÜVEN ÇAY EVİ…
 
‘Güven Çay Evi’ adeta bir tedrisat gibiydi… Onlarca, yüzlerce şahidi/yaşayanı var sorabilirsiniz… Halen de izleri var! Çoğu gencin hayata adımını atmadan evvel ki son Malıç duraklarından biriydi… Karın tokluğu yevmiye ile çalışır, harçlık kazanırdı(k) oyun yoktu, buna rağmen gençlerin uğrak yeriydi… Benzeri dükkânlar vardı, lakin burası başkaydı… Ki bir paragrafla anlatılamayacak kadar izler bıraktı…
 
Kaliteli sandalye ve masalar da yoktu elbet, elden düşme koltuk ve çekyatlarımız vardı… Üzerine evden getirdiğimiz eski kilim ve palalarımızı serdik mi alın size sıcacık ev ortamı… Biz bunu sağlamak için küçük bir adım attık, gerisi çorap söküğü gibi geldi…
 
Çaylarda demliydi muhabbetler gibi…
 
Köy odası/kahvesi misali bereketimiz büyüklerimizin 1. Adresiydi… Aksakallı, ak saçlı bilgeler muhabbet ile beslerlerdi bizleri… Sırf demli muhabbet dinlemek için gelenleri, zamanı durduranları bilirim…
 
Kışın, sabahın ilk ışıkları ile yanan, yatsı namazından sonraya dek sönmeyen, söndürülmeyen sobayı bilirim… Güğüm kaynardı çay kazanına ilave sıcak su için, fokurdamasının sesini hayal edin hele… Yanında ise gara bir çaydanlık, içinde kıpkırmızı demlenen ıhlamur… Tadına doyulmazdı… Bazen simit ısıtırsın üzerinden, bazen ise o hanenin (ki müşteri demiyorduk biz) mensuplarının getirdiği kestaneyi çizip sobaya koyuyorduk… 
 
Dedim ya, bir başka tedrisattı o yıllar… O yıllara yaranlık eden bilgeler bir başkaydı… Dostluklar, abi-kardeşlikler bir başkaydı… Muhabbet ve çayın demi ise bir başka! 
 
Yolunuz Malıca düşerse eğer Cumhuriyet Meydanında ‘Güven Çay Evi’ne uğrayın, Ümit ağabeyimize selamımızı iletin, çayınızı yudumlayın… Tost yemek isterseniz de hemen 50 metre aşağıda ‘Enişte’nin yeri’ne uğrayıverin… Hani bize Balıkesir’de kol kanat geren Mehmet ağabeyimize selam ediverin…
Ves’selam
DEVAM EDECEK…





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024