AYNADAN İÇERİ
AYNADAN İÇERİ
İnsanlar, ipleri başkalarına teslim etmek; herkesten, her şeyden kaçmak, sorumluluklardan kurtulmak, kendi başına yaşamak ister. Çoğu insan böyle düşünür yaşamda. Hayatı böyle anlamlandırır, İlişkilerini, beklentilerini bu temelde şekillendirir. En küçük bir sorumluluk duygusu bu insanları yorar.
Dünyanın yükü çok ağır gelir onlara. Küçük bir sorumluluk kocaman bir yük; gündelik sorunlar çile; yaşamak; hayattan bezmek anlamına gelir.
Arkadan itilmek, yönetilmek, yönlendirilmek en kolayıdır. Sorumluluk almadan yaşamı idame ettirmek en istendik davranıştır.
Her şeye uzaktan bakmak, olacaklardan zarar görmemek, işin içinde olmamak bir nevi temel ilkedir.
Kaygı ve dertten uzak bir yaşam temel felsefedir.
Dünyada, ülkede ne olmuş umurlarında olmaz.
Kim ölmüş, kim doğmuş dertleri değildir.
Açlar, yoksullar gündemlerine girmez.
Haklıdır aslında o kişiler kendilerince.
Kolay değildir sorumluluk almak, hataların dart tahtasına oturmak, okların on ikiyi vurması için öylece hedefte asılı kalmak, Her şeyden sorumlu tutulmak…
İşin içinde olur, sorumluluk alırsa kafayı yiyecek, aklını oynatacak, vücut dengesi bozulacak, başı hiç dertten kurtulmayacak…
Bu yük onları yıkacak.
Bu güne kadar böyle yaptılar. Çünkü böyle alıştılar. Hep başkalarına attılar sorumluluğu, suçu. Hiç üstlenmediler yapılan işi ve sonuçlarını. Her şeyden, herkesten uzak durdular. Hiç bir işe omuz vermediler. Kimseyle dayanışma içine girmediler.
Zekice mi davrandılar? Amaçları neydi peki? İpi tutsaydılar elleriyle. Omuz verseydiler yapılan işe. Taşın altına ellerini koysaydılar, sorumluluğu üstlenseydiler, kazanılan başarılara ortak olsaydılar olmaz mıydı? Ektiklerini, mevsiminden önce biçmeye kalktıklarını; yaratmanın, yaratabilmenin, değerli bir erdem olduğu; ancak yaratma sancısının, ruhsal gerilimlerini yaşamanın, her ürünün bedeli olduğunu fark etselerdi keşke. İp gerildikçe kanatsaydı avuç içlerini. Bulaşsaydı kanları, tutsalardı gerilimi, hissetselerdi alınlarından düşen tuzlu acı terleri. Ödeseydiler bedelini. Dalsaydılar derinlere, çıkarsalardı derinlerden kendilerini. Böylece giydirselerdi çiğ etlerine kendi benliklerini, olgunlaşıp insan olurlardı.
Çiğ et işte azıcık sıcakta belirir dayanıksızlığı.
…
Öğrenseydiler hayatı, acıyı tatlıyı...
Kavrulsalardı dünya fırınında
İşin içinde olanlar pişerlerdi hayatta.
Uzaktan bakanlar ham kalır; hep zayıf düşerler yaşamda.
Kendini akıllı sanan ahmaklar bilmez bu gerçeği…
Ama yaşam öğretir onlara gerçek olan her şeyi…