İMAN PARÇALANAMAZ
İman bir bütündür, bölünemez. Ya olduğu gibi kabul edilir veya imansız kalınır. İmanın yarısı, dörtte biri, bir kısmı imanın kendisi olmamaktadır. Biraz daha açık yazarsak, Allah’a (c.c) inanıp da peygambere inanmamak veya hepsine inanıp da meleklere inanmamak, ahiret gününe inanmamak şeklinde olduğu gibi.
Bakara suresinin ilk ayetlerinde Rab’bımız Müslümanların özelliklerini belirtirken, “onlar gabya(gözle görülmediği halde Allah (c.c) bildirdiklerine) inanırlar” buyurmaktadır. Gaybdan maksat nedir denirse, “Allah’a (c.c) sonra meleklere iman, kitaplara iman, resullere iman, ahiret gününün geleceğine iman, hayır ve şerrin Allah(c.c) dan olduğuna iman, öldükten sonra dirileceğimize ve hesaba çekileceğimize iman etmektir.” Bu maddeler, “Amentü” olarak ifade ettiğimiz iman esasları içerisinde geçmektedir.
İMAN NASIL OLUR
Şeksiz, şüphesiz bir iman makbuldür. İmanda tereddüt ve şüphenin bulunması imansızlığa ait bir durumdur. Bizler, her şeyi bir başka şeye benzeterek anlayabiliriz. Allah’a (c.c)nın şahsı ile ilgili bir şey görmedik ki onunla Allah’ı (c.c) mukayese ederek anlayabilelim. O halde Allah’ı (c.c) kendisi Kur’an-ı Kerimde nasıl tarif etmişse ve Peygamberimiz bu konuda ne demişse o şekilde iman etmeye mecburuz. İman, Allah’ın(c.c) zatını düşünmek değil, eserlerinden onun büyüklüğünü ve kudretini görmek demektir.
Ateş yakar, su boğar, bıçak keser. Bunları biliyor ve yaptıklarına inanıyoruz. Hiç kimse ateşin yaktığını bile bile ateşe girer mi? Suyun boğduğunu inanan bir kimse suya girer mi veya bıçağın kestiğine inanan bıçağın altına yatar mı? Zararlarını bile bile bu zararlarını çeker mi? İşte iman da böyle kesinlikle bilinmek ister. Ben inanıyorum dediği halde bir Müslüman başkasının hakkına tecavüz eder mi? Zulüm yapar mı? İnsanları dolandırır, haklarını üzerine geçirir mi? Bu gün bu benzeri kötülükler yapılıyor ve bunlar toplumumuzda gittikçe de artıyorsa, bunları yapanların Müslümanlıklarına bakmak lazımdır. Bunlar daha baştan iman zafiyeti yaşıyorlar demektir.
İman, kalptedir. Ancak bunun tezahürü, düşünce olarak beyinde bulunur. Düşünce daha sonra organlarımızla amele (eyleme) dönüşür. Bir Müslüman’ın hareketinde uygunsuzluk görülüyor veya düşüncesinde çarpıklık tespit ediliyorsa, önce onun imanına bakmak lazımdır.
Kitaplara inandım diyen birisi İslam’ın kitabı kur’an-ı Kerime de inanıyor demektir. Kur’an ise faizi haram kılmış, yasaklamıştır. Bir Müslüman, “ekonominin realitesi, bu gün faizsiz olmaz” diyebilir mi? Bu sözü kullanan bir insanın inancı tam ve kâmil bir inanç mıdır?
TEKNOLOJİ İLERLİYOR
İnsan aklı sayesinde teknik ve teknolojide birçok buluşlara imza attı. Yeni buluşlarla bu çalışmalar hızla devam etmektedir. Mesela, önce havada bulunan sesleri tespit etmek üzere plaklar, teypler bulundu. Bu arada şekillerin tespitinde kullanılan fotoğraf ve filimler ortaya çıktı. Sonra bunları birleştirdiler. Görüntü ve sesleri bir araya getiren videolar çıktı. Bunları tespit ederek yıllar sonra tekrar seyredilebilen CD’ler yapıldı. Şimdilerde şekillerin üç boyutlusunu ekrana getirmek, yıllar önce yapılan konuşmaların havadaki varlıklarını tespit ederek onları kayıt altına almak gibi projeler üzerinde çalışılmakta olduğunu duyuyoruz.
Bütün bunlar, Allah’ın (c.c) insana verdiği akıl ile bulunmaktadır. Ya bütün kâinatı büyük ve hassas bir denge üzerine kuran ve insanı Ahsen-i takvim üzere (en güzel bir şekilde) yaratan Allah (c.c), neleri yaratmaya muktedirdir (gücü yeter), hiç düşünebiliyor muyuz?
Gözle görülemeyen nurani varlıklar, melekler. Yemezler, içmezler, uyumazlar, yorulmazlar, her an Allah’a (c.c) itaat üzerinedirler. Bunlar içerisinde insanların ses, hareket ve hatta niyetlerini kaydeden kiramen kâtipleri de bulunmaktadır. İnsanların sağındaki melek yapılan iyilikleri, solunda bulunan melek ise yaptığı kötülükleri, söylediği kötü sözleri kaydetmektedirler. Bu kayıtlar bir gün, mahşerde (ölümden sonra tekrar dirilmede) önümüze konulacaktır.
Meleklere cinsiyet izafe etmek (yakıştırmak), onların hâşâ Allah’ın (c.c) kızları olarak görmek bir sapıklıktır ve Allah’a (c.c) bühtanda (kötülükte) bulunmak demektir.
Özel görevlerle çalışan melekler, Allah’ın (c.c) emirlerini Peygamberlere getiren Cebrail (Aleyhisselam), havadaki şartların oluşmasını sağlayarak yağmur yağdıran, rüzgâr estiren Mikail (a.s), canlılarda bulunan ve “can” adı verilen emaneti alan Azrail (a.s) ve kıyamet’in kopması, mahşerin kurulması gibi konularda görevli İsrafil (a.s) gibi. Kabrine getirilen cenazeyi sorgulayan Münker Nekir, insanları çeşitli tehlikelerden koruyan Hafaza melekleri, Rahmet melekleri gibi.
SAADETİN KAYNAĞI
Ahiret gününe iman ile öldükten sonra dirileceğimize iman, birbirlerine yakın ifadeler olduğu halde amentü içerisinde iki kere yer almış olması, bunun büyük ehemmiyeti (önemi) ile ilgilidir. Rabbimiz burada bir hakikati, adeta bizlere “çift dikiş” yaparak anlatmaktadır.
İman, tüm insanlığın huzur ve saadet içerisinde yaşamasına yeter de artar bile. Evinde huzur isteyen, şehrinde, ülkesinde ve dünyada huzur ve saadet olsun isteyenlerin sarılacakları en büyük gerçek budur.
Gece-gündüz, açıkta- gizlide, iyilik-kötülük olarak yaptıklarının hesabının bir gün mutlaka sorulacağına inananlar iyilikten başka bir şey yapamazlar. Bu imana sahip birisi, zorba olamaz, baskı, terör, tecavüz yapamaz. Eğer bugün bu kötüler yapılıyor ve insanlığın başının belası haline geliyorsa, bu durum insanlardaki imâni değerlerin eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Başta gençlerimiz olmak üzere topyekûn bir iman seferberliğine başlamak (Allah’ın (c.c) izniyyle) hepimizin dünya ve ahiret saadetine erişmemizi sağlayacak bir eylem olacaktır.
Çok dikkat edilecek bir husus da, “Ben imanlı bir insanın. Bakın sizler gibi, konuşuyor, sizler gibi giyiniyorum…” diyen bazı insanların, çıkarları söz konusu olunca hemen çark ederek imansızlarla bir olmalarıdır ki bunun adı Münafıklıktır. Ve kıyamete kadar da bu tip insanlar olacaktır. Ancak bunların Cehennemdeki yerleri imansızlardan daha eşet (korkunç) olacağı Kur’an-ı Kerim tarafından bildirilmektedir.