BİR FESTİVAL VE 2 EYLÜL SENDROMU
Eskişehir’de kısa zaman öncesi dikkat çeken iki olayın yakınından geçtik. Birisi 12-15 Mayıs tarihleri arası yapılması planlanan fakat iptal edilen bir festival girişimi; diğeri ise 2 Eylül, şehrin düşman (Yunan) işgalinden kurtuluşunun yıldönümü.
Millet olarak bazen abartmayı seven ve fakat gündem oluşturan bazı olayların derinine inerek perde arkasını irdelemeyi sevmeyen, üşenen bir yapıya sahibiz. Festival olayı neydi, neden gündem oluşturdu, neden iptal edildi? Bunun üzerinde ne yazık ki şehir halkı üzerinde bir konsensüs / uzlaşma oluşturulamadı ve olay bir şekilde kapandı bitti. 2 Eylül Eskişehir’in Kurtuluşu diye her yıl klasik tabloda icra edilen etkinlikler ise düşünen, okuyup yazan kesimlerde –her yıl olduğu gibi- yeni bir heyecan yaratmadan o da şehir gündemini terk edip gitti.
Yazımıza konu başlığı olan bu iki olgunun üzerinde, farklı düşünceler arasında sıkışıp kaldığımı öncelikle belirtmek istiyorum. Neden şehir halkının bütününe hitap etmeyen bir festival ve neden sadece resmi çerçevede biraz nutuk, biraz hamasi söylemlerle günü kurtarmanın resmi olan faydasız bir etkinlik?
Esasen köşe başı olan her iki olayın bize düşündürdüğü ama –maalesef- hayal gibi gördüğümüz hasret eksenine taşınmış olduk. Küçük de olsa bir ufuk açılımına vesile olsun diye bu güzel şehrin hak ettiği noktalara neden taşınamadığını kaleme alıverdik. Çünkü küçük olayların özden uzak şamatası içinde gün geçiren, düşünmeyen, dert edinmeyen, sürekli cambaza baktırılan bir toplum oluşumuzun ruhumuza batan dikenlerinden acı duyuyorduk.
Eskişehir diye üniversal gençlik arasında adı dillere destan olan, bu şehirde yüksekokul şansı bulan elimizde kıymetli bir varlığımız var. Öte yanda fakülte tercihiyle beraber şehir konusunda tereddütsüz Eskişehir adını mutlak ilk sıraya yazmanın arzusuyla kıvranan bir aday / misafir gençlik potansiyelimiz var. Ve nihayet elimizde / avucumuzda tarih, coğrafya, sanat, eğitim, üç üniversitesi ile dolu enerji yüklü gençliği olan muhteşem bir şehir var.
Peki; küçücük olayların gündem oluşturduğu; gürültü patırtılı, şamatası göz boyayan aldatıcı süreçlere sırtımızı dönüp bu kıymetli şehri neden hak ettiği noktalara taşıyamıyoruz?
Bir kaç nutuk, bir kaç çelenk ve gece vakti fener alaylarıyla klasikleşen etkinlikleri asla küçümsemiyorum. Fakat geleceğimizin temellerini inşa edeceğimiz bu mümtaz vatan toprağında adından tüm Türkiye’ye demiyorum; tüm Dünya’ya söz ettirebilecek olan bir potansiyele sahip olduğumuz halde, örneğin 2 Eylül gibi madde ve manada önemli bir değerimiz olan günde çok daha farklı festivaller, kitap fuarları yapamıyoruz.? Kahramanlığımızın veya kurtuluşumuzun simgelerini taşıyan 2 Eylül kutsal günümüzde neden bütün şehir halkımıza açık bir kitap dünyası inşa edemiyoruz?
Özünde mana ve ruh köklerimizin yaşatılacağı geniş kapsamlı konferansların, ilmî sempozyumların, açık oturumların, söyleşilerin, TV ve diğer sosyal medya yayınlarının ağırlıkla ortaya koyabilecekleri bir festival mevsimi Eskişehir gibi nadide bir şehir için çok fazla bir şey istemek midir? Yoksa festival denilen şey, Sivrihisar’da mana ve hukuk adamı, dünya yıldızı Nasrettin Hocamıza yarı çıplak birkaç kadının sahne almasıyla yapılan utanılası bir iş midir?
Belediyelerimizde bu manada –maalesef- bir arzu ve girişimi göremiyoruz. Onlar siyasal platformun ögeleri olarak öyle görüyoruz ki, günü kurtarma ve makyaj sadedinde bir şeyleri yapıyormuş gibi görünmekle –tabir caizse- vaziyeti idare ediyorlar. Oysaki sayın valimizin teklif ve himayeleri çerçevesinde, devlet desteğiyle bu şehrin dış dünyaya sunabileceği çok şeyi vardır. Bunu sağlayacak ekonomik gücü, beyin potansiyeli ve çok yoğun ölçülerde katılımcı alt yapısı vardır. Muhtaç olunan kudret ceplerde, beyinlerde, yürek ve damarlarda fazlasıyla mevcuttur.
Son günlerde ekranlardan ilgi ve gururla izlediğimiz TEKNOFEST gibi, örneğin uzun yıllardır süregelen bir İZMİR FURI vb gibi Eskişehir böylesi bir fuar, festival veya kjitap günleri gibi bir etkinliğe fazlasıyla layıktır. Yeter ki uzmanlardan geniş bir katılım ve titiz bir çalışmayla planlaması, alt yapısı yapılsın.
Eskişehir’in makûs talihinin kırılabileceği böylesi köklü bir çalışmaya odaların, sanayi-ticaret oda ve kuruluşlarının, bu tür faaliyetlere gönüllü vakıf ve derneklerin, (MÜSİAD, TÜRK OCAĞI, ÖNDER vb.) iş dünyası ve kültür temelli kuruluşların, Milli Eğitim camiasının, Müftülük çerçevesindeki etkin alanların ve daha sayabileceğimiz pek çok kamu ve özele ait kurum ve kuruluşların diğer paydaşların, bütçe, insan kaynağı ve kurumsal kapasitelerinin katkısı da alınabilsin. Siyasiler, sanatçılar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, öğrenciler ve vatandaşlar inanıyoruz ki şehire ve insanımıza yapılacak bu önemli hizmette üzerlerine düşeni fazlasıyla yapacaklardır.
Bu oluşumu sağlayabilecek tek makamın –şu günkü tabloda- Valiliğimiz olabileceğini varsayıyoruz.
Futbolumuzu ve bu şehire yatırımcı olarak gelecekken önü kesilen dünya otomotiv devlerini kapımızdan çevirip ilgisizlik yüzünden bir ölçüde kaybettik. Fakat:
• Yunus Emremiz, Şeyh Edebalimiz, Nasrettin Hocamız, Battal Gazimiz, Sücaeddin Velimiz, Aziz Mahmud Hüdayimiz yok mu?
• Türkiyenin her yanına, dünyanın ise pek çok noktasına şehrimizi ve ülkemizi taşıayan iş adamlarımız ETİ Bisküvi ile Firuz Kanatlı, SARAR markasıyla Cemalettin Sarar, Kanatlı ailesi, Zeytinoğlu ailesi yok mu?
• Nāhak yere idam edilen, kanayan yaramıza iade-i itibar gibi olacak bir anma ile vefa göstermemiz gereken siyasimiz merhum Hasan POLATKAN yok mu?
• İlhan Mansız, Mithat Körler, Satılmış Kılıç, Enis Batur gibi şöhretlerimiz yok mu? Özellikle yakın zaman öncesi hayatını kaybeden ve tüm Türkiye’nin konuştuğu Cüneyt ARKIN adına bir konferans, sempozyum yapılamaz mı? Bunlar da yok mu?
• Lüle taşımız, Boraksımız, Toryumumuz, Altın madenlerimiz, termallerimiz, tarihi hamamlarımız yok mu?
• Şehrimizin nüfus popülasyonunda önemli bir yüzdeyi teşkil eden ve köklü tarihsel değerlere sahip olan tatar, Çerkez, muhacirler gibi üzerlerinde sempozyumların tertip edilip dünyaya seslerinin duyurulacağı bir etkinlik alanımız yok mu?
• Kalabak suyumuz, çiböreğimiz, met helvamız yok mu?
• Dorlion, Gordion, Pessinus, Kral Midas ve Frigyamız, Karacaşehirimiz yok mu?
• Bir zamanlar tüm ülkede sıra dışı olarak imal edilen kiremit ve tuğlamız, pişmiş toprağımız yok mu?
• Havacılık ve arkeolojik müzelerimiz yok mu?
• Şehire ait önemli değerlerimizden dünyaca bilinen, en az kangal kadar önemli Sivrihisar/AKBAŞ köpeğimiz yok mu?
• Sakarya başımız, İnönü planör kampımız, Çatacık ormanlarımız ve geyiklerle süslenmiş dünyamız, Mahmudiye/Çifteler haramız yok mu?
• Kurtuluş savaşımızda önemle yer alışımız, savaşların yapıldığı sahalarımız yok mu?
• Türkülerimiz ve sanatımız, sanatçılarımız, tarihe mal olmuş gün yüzüne çıkmayı bekleyen, gençlerimizin bilmesinde sonsuz fayda sağlayacak isimlerimiz yok mu?
• Özellikle Kurşunlu Külliyemiz böyle bir etkinliğin içinde mekânsal olarak etkinliklere ev sahipliği yapsa kötü mü olur?
Yazılacak çok şey var ama sayfalar yetmez diyorum. İçimizden gelen arzumuzun satırlara dökülenidir. Haddimizi aştıysak, cehlimizi bilemediysek affola deriz.
Gerisini büyüklerimiz bilir efendim…
Hüseyin Altın
Bir Yorum Yazın