Ah Türkiye’m, vah Türkiye’m!
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal kalp krizinden ölmüştür.
Dönemin Başbakanı ve Özal'dan boşalan koltuğa oturan Süleyman Demirel öyle diyor.
Durduk yerde "Babama otopsi yapmadılar" dedi diye oğlu Ahmet Özal'ın sözlerine mi inanacağız?
Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in uçağı buzlanmadan mütevellit bir kaza sonucu düşmüştür.
Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin öyle diyor.
Hem işi çıkmasaydı Sezgin de o uçağa binecekti.
O zaman ne diyecektik peki, İsmet Sezgin de mi suikaste kurban gitti diyecektik?
Ne yani şimdi bir albay çıkıp da "kaza raporunu değiştirdiler" diye farklı mı düşüneceğiz?
1988'de Başbakan Özal'a yönelik suikast girişimi tek kişiliktir.
Kartal Demirağ'ın kafası bozulup, bulduğu bir çakaralmazla gidip ateş etmiştir, o kadar.
Hürriyet'in yirmi yıl kaptanlığını yapmış Ertuğrul Özkök de öyle inanıyor.
Ondan iyi mi bileceğiz bu işleri?
Zaten o çakaralmazdan çıkan kurşun ancak ve ancak merhum Özal'ın başparmağını sıyırıp geçmiştir.
Parmak kadar olayı ne diye bu kadar büyütüyorsunuz?
"Hırant Dink suikasti" de, "Danıştay saldırısı" da keza tek kişilik cinayetlerdir.
Arkalarında organize güç arayanlar kötü niyetli insanlardır.
"Ergenekon" falan diye bir örgüt yoktur, nereden uyduruyorsunuz bütün bunları?
Ergenekon yurdun adıdır, Börteçine kurdun adıdır.
"JİTEM'i ben kurdum" diyen Albay Arif Doğan'ın itiraflarına kulak asmayın, akıl sağlığı pek yerinde değildir.
"Yeşil" yaşıyor ve ölüdür, aslında Yeşil diye bir şey yoktur bütün renkler Kırmızıdır.
"Susurluk kazası" kurbanlarından solcu polis şeflerinden Hüseyin Kocadağ, firari Abdullah Çatlı'yı hukuka teslim etmek için o arabanın içindeydi, başka yere çekmeyin meseleyi..
Hiç anlı şanlı polis müdürü aranan bir şahısla dost olur mu?
"12 Eylül" öncesinde sabah Ülkücü'yü vuran silah akşam Devrimci'yi falan vurmamıştır.
Orta malı mıdır ki bu silah öyle elden ele geçsin?
Darbeler olmasaydı ya "komünizm" gelecekti, ya "şeriat", ya "faşizm"..
Ne yapsalardı Paşalarımız, hoş geldin mi deseydiler?
Netekim Evren Paşa çook iyi yapmıştır, eline sağlık.
"Gözaltında kayıplar" falan palavradır, koskocaman insan gözaltında nasıl kaybolsun, ışınlama çağında mıyız birader!
Kaybolanları başka yerde arayın, mesela uzun bir tatile çıkmış olamazlar mı?
"İşkenceden insanlar öldü" demeyin günahtır, eceli gelen her insan muhakkak ölür.
"Kontrgerilla" diye bir şey asla ve kat'a varolmamıştır.
İnanmayan 1970'lerde Süleyman Demirel'in konuyla ilgili neler söylediklerine bir baksın.
Her şey Hukuk devleti kuralları içerisinde cereyan etmiştir.
Hukuka aykırı olarak bir kişinin bile burnu kanamamıştır.
Endişeye mahal yok, her şey kontrol altındadır.
Böyle buyurdu Zerdüşt.
Din dersleri kaldırılsın mı?
Bazı Alevi dernekleri "din dersleri"nin kaldırılmasını istiyorlar.
Anlaşılan o ki, bu dernekler ve etrafındakiler çocuklarının "din dersi" almalarından rahatsızlık duyuyor.
Olabilir ama ülkenin büyük bir çoğunluğu da bu dernekler gibi düşünmüyor ve çocuklarının "din dersi" almalarını istiyor.
"Din dersi" diye bir ders yok ayrıca, "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersi var.
Dersin müfredatı sağlıklı olduğu müddetçe çocukların bu dersi almalarında ne sakınca olabilir?
Alevilerin tamamının "din dersleri kaldırılsın" görüşünde oldukları da tartışma götürür.
Yine de bu iki farklı talep arasında bir uzlaşma sağlanabilir.
Demokrasi de zaten böyle bir şeydir.
"Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersini toptan kaldırmak yerine arzu eden veliler, çocuklarının bu dersten muaf tutulmalarını isteyebilirler.
Olayı büyütmeye gerek yok, bunun için küçük bir düzenleme yeterli olacaktır.
Bir veli, çocuğunun yaşadığı ülkenin çoğunluğunun ve dünyanın yüz milyonlarca insanının mensup olduğu bir dinin genel bilgisinden mahrum kalmasını istiyorsa, yapacak bir şey yok.
Kültür zorla öğretilmez.
Abdullah Muradoğlu
Yeni Şafak