KISSADAN HİSSE!..
Bir varmış bir yokmuş!..
Memleketin birinde insanlar tüm ümitlerini yitirmiş ve bundan sonra artık güzel günler göremeyiz dediği zamanlar yaşanmaktaymış. Tüm bu ümitsizlik ve karamsarlıkların had safhaya çıktığı bir anda, akılca üstün, inanç ve ahlakça yüksek, sadık ve emin bilinen bir adam çıkagelmiş.
Ey hemşerilerim; “Bizler öyle yüce bir medeniyetin evlatlarıyız ki gayret eder ve çabalarsak ‘Tekeden Süt Çıkarırız, Evvel Allah’ demiş!..”
Adam hemen kolları sıvamış… Gerekli inceleme ve çalışmaları yaparak işe koyulmuş. Hangi bölgede ne çeşit bir üretim elverişli olur, bu topraklarda en iyi verim nasıl alınır gibi sorularına yanıt bulunca Bismillah demiş. Elektriğin henüz ulaşmadığı yerlerde bile acilen, araba farlarının aydınlığında fabrika temelleri atmış. Kısa sürede birçok yerde fabrikaları çalışır hale getirmiş. Bölge insanı istihdam edilmiş. Refah ve bolluk içindeki halk tekrar ümidine kavuşmuş.
Aileler birbirine iyice kenetlenmiş. Boşanmalar azalmış. Faiz, kumar ve hırsızlık vakaları yok denecek kadar azalmış. Mahkemeler de çalışanlar boş vakitlerini nasıl değerlendireceklerini planlamaya başlamışlar!.. Kısacası herkes mutlu mesut bir haldeymiş.
Adam, bölgedeki komşu ülkelerle de çalışmaya başlamış. Hayır işlerinde koşturulması için vakıflar kurdurmuş. Hayvancılık ve tarımda kendilerine yeten ve artıran bir hale gelmişler.
Gel zaman git zaman bu güzel ve sadık adam yaşlanıp beli bükülmeye başladığında tebası onu beğenmemeye başlamışlar.
Hepsi toplanıp, “Biz başımıza boyu posu yerinde, genç, dinamik ve yakışıklı birini istiyoruz” demişler. Adamcağızın evlatlığı da tam bu tariflere uyuyormuş.
Sadık adam, tebasına demiş ki; “Dostlarım, bu benim evlatlık, ben onu dini, ahlaki ve ilmi yönlerden iyi ve vasıflı yetiştirmeye çabaladıkça eğitimden kaçar, oyun oynamaya giderdi. Yapmayın etmeyin, kendi ellerinizle kendinizi ateşe atmayın” dediyse de dinletememiş.
Evlatlık işleri devralmış. Daha işe başlarken “Bizler yenik bir medeniyetin evlatlarıyız” demiş. Üreten ve kar eden fabrikaları çalıştıramamış ve satmaya başlamış. Sadık adamın kurduğu vakıflara haddinden fazla adam almaya başlamış. Sırf vatandaş beni iyi bilsin, iş veriyorum desinler diye!.. Tabii işlerin yavaş yavaş tadı kaçmaya başlamış. Altın yumurtlayan tavuk misali olan işletmeleri, üç kuruşa ona buna satınca mali sıkıntılar baş göstermiş. Böyle olunca da işe yerleştirdiği insanların ücretlerini verememeye başlamış. Temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelince sağa sola borç üstüne borç yapmış. Daha da daralmaya başlayınca tebasına verdiklerini kısmaya hatta onlardan haraç almaya başlamış. Bu kadar kötü gidişata rağmen, elden çıkan fabrikalara çalışan yan sanayici küçük işletmeler ve esnaf ise hala işlerin iyi gittiğine inanmaya devam ederlerken!.. Bu işin sonunun iyi olmadığını dillendiren basiretli bir avuç insanı ise dokuz köyden kovmuşlar…
Zina, faiz, kumar, alkol ve kötü alışkanlıklar artmış… Aile kurumu iyice çatırdamış… Boşanmayan çok az aile kalmış… Mahkemelerde çalışanlar istirahat edecek bir an bile bulamamaya başlamışlar… Mevcut adalet binaları ve hapishaneler yetmez olmuş, yenilerini yapmışlar…Komşu halklarla araları bozulmuş, kan davaları başlamış… Başlarına deprem, sel gibi felaketler gelmeye başlamış…
Atalarımız boşuna dememiş; “Nasihat tutmayanı, Musibet tutar” diye…
Son olarak yine bir atasözü ile makalemi sonlandırıyorum, hoşçakalın sevgili dostlar…
“ Çelme ile gelenler, Tekme ile giderler.”