Çocuğu toplum hayatına götüren ilk basamağını aile ilişkileri oluşturur.
İster tek olsun, ister kalabalık bir ortamda yetişsin, her çocuk aile
dışında da yaşıtlarıyla günlük bir ilişki gereksinir. Ana okulu, çocuğa
başkalarıyla birarada yaşamayı öğreterek, okula hazırlar.
Ancak, ana okulunun sözünü bile duymak istemeyen anne babalar vardır.
"Türlü hastalıklar kapar" "fazla yorucu olur"
"kötü yemek verirler," "kötü davranırlar", "yabancıların
arasında acı çeker" gibi herhangi bir mantıksal dayanağı olmayan
düşünceler içinde bocalarlar. Evet, başka çocuklarla birarada olmanın,
bazı hastalıkların bulaşması olasılığını arttırdığı gerçektir. Ana
okuluna giden bir çocuk grip, su çiçeği, kızamık ve boğmaca gibi hastalıkları
kapabilir, sonra da iyileşir. Bu tür hastalıklar günümüzde eski ciddiyetinden
çok uzak. Hem çocuğun kızamıkçığa yakalanması, topluma ayak uyduramayan
mutsuz biri olarak yetişmesinden daha mı kötü? Toplumsal açıdan yalıtılmış
çocuk işte bu tehlikeyle karşı karşıyadır.
Şimdi gelelim ikinci itiraza, yani ana okulunun yorucu olması sorununa.
Bunda da gerçek payı yoktur. Kendisini ilgilendirmeyen, canını sıkan
görevler yüklenmemesi koşuluyla çocuk yorulmak nedir bilmez. Acı
çekmesi de bir önem taşımaz, çünkü, gelişme yolunda bazan, belli
ölçüler içinde, acı çekmekten hiçbir zarar gelmez.
|